2011 GEL BAK SANA LAFLAR HAZIRLADIM

Çoook uzun bir süre sonra tekrar döndüm aranıza. Aslında bir yere gitmemiştim, nedense yazamadım bir şey. Yazdım beğendim, yırttım attım. Kısacası , yazar tribine girdim birkaç ay.Düşündüm sonra, dedim Merve ayıp ediyorsun okurlarına nedir bu havalar?Yaz yahu!
Velhasıl kalemim elimde tıngır mıngır kayarken boş kağıt üzerinde, ben gecenin bir vakti size yeni yılla ilgili bir yazı yazacağım.Mağlum , sene bitiyor , yeni yıla gireceğiz gerçi her geçirdiğimiz yıl bir öncekine göre yeniydi ama işte tüketim toplumu yılları, yerleri her şeyi eskitiyoruz. Nedense böyle de bir sitem ettim geçen yıllara oh!
Yılbaşı , küçükken ne kadar da heyecan vericiydi benim için.Her minik için öyledir gerçi.Çok kalabalık bir aile değilizdir ama işte o yılbaşı gecesi eğlencesi, (aman ne eğlence TV’de İbrahim Tatlıses!) kıvırtan dansözler, masada çeşit çeşit abur cubur tıkın Allah tıkın …
He bir de yılbaşı çekilişi yapılırdı okullarda.Sen kimi çektiysen kurada ona hediye alırdın bir başkası da sana.Aman efendim bir de gizli tutardın hediye alacağın kimsenin adını hediyelerin verileceği gün sürpriz olurdu falan.Ah ah zamane eğlenceleri…
Lisede, sınıftaki sekiz, on kız birbirimize hediye alırdık ufak da olsa.Erkekler hediyelerine kavuşan kızların tepkileriyle alay ederlerdi.Haklılardı gerçi. Herkes hediyeyi daha açar açmaz otomatik olarak “Ayy çok şeker!” diyordu :)
Şimdi yeni yıl gelmiş neyime diyorum.Yaşlanıyoruz be aga , diyorum etrafımdakilere.Bir hüzün çöküyor yerli yersiz…Hayır umudumu kaybetmiyorum asla ama nedense hiçbir şey iyiye gitmiyor.Ne ülke ekonomisi ne benim halet-i ruhiyem…
Allah kerimdir deyip eski günlerdeki gibi salak salak sevinmeye çalışıyorum.Şimdi fark ettim kırmızı don almaya bile hevesim kalmamış aaa!
Neyse 2011 gel bak sana laflar hazırladım.Bu sene de bana aşkın yerini söylemezsen küserim.Bir yıl mutsuz gezerim sonra da mutsuzluğum kara deliğe döner, dünyayı yutar haberin olsun!Milenyumda kaosu yaşamadık ama bak damarıma basarsan bu yıl arap saçına döner.Ben baştan tembih edeyim de sonra söylemedi deme.Zaten 2012’de dünyanın sonu gelecekmiş öyle demiş kahin Mayalar bari şu kalan zamanı rahat rahat yaşayalım değil mi?Savaşlar çıkmasa, felaketler olmasa, dünya huzur,barış içinde olsa ama olmaz biliyorum…Her şey mükemmel olsa insanlar kafayı yer. Yaşadığımız anın değerini bilmemiz için daha kötüsünü görmemiz gerekir çünkü.Hem zaten sen sadece şu yorgun dünyanın omzuna binecek bir zaman dilimisin elinden bir şey gelmez…
Artık yeni yıla söyleyecek sözüm kalmadığına göre yazımı sonlandırayım yavaş yavaş. Bu sene kendime verdiğim sözler var.Daha dengeli, daha az duygusal biri olmaya çalışacağım.Efendime söyleyeyim sonra yurtdışına özellikle de İspanya’ya gitmek gibi planlarım var, işin maddi kısmını çözmekle meşgulüm hadi hayırlısı.He bir de kendimi özletmeyip her ay düzenli olarak yazacağım izci sözü!(Hiç izcilik yapmadım ama onların sözlerine itimat ediliyor genelde:) )

Oltaya takılan balık

Kimseyi sen onu seviyorsun diye zorlayamazsın.Sen sevgini gösteriyorsun diye bir karşılık bekleyemezsin.Bu yüzden sevginimümkün olduğunca içinde sakla ki sonra karşındaki insanı suçlu bulma.Yok eğer yapamıyorsan sevme kardeşim!Herkes oltaya takılmış balık gibi birinin peşinden gitmiyor ki!Okyanus büyük kendi başına yüzen özgür balıklar da var.Tabi günün birinde onlar da uğrarlar aşk yeminin azizliğine ama hiç değilse şimdi mutlu ve rahatlar.Sen de öyle ol,oltaya takılma hevesiyle yanıp tutuşma!Ya da git seni seviyorum diyene aç gönlünün kapılarını.Ne kadar baki kalır o yolcu da bilinmez ama hiç değilse bu kadar acı çekmezsin...

Bitenlerin Ardından

Bitti hoşçakal sözcükleriyle bitebilse keşke her şey...Neden insan karşındakini bile inandırırken kendini inandıramıyor?O ilk baştaki rahatlama duygusu neden sonra insanın içine çöküyormuş gibi oluyor?Ben mi getirdim sonu yoksa o mu koydu noktayı muallak.Zaten neyden eminiz ki bu hayatta?Yaşanmamışlıklar bile beni üzüyor.Ne yaşayabildik ki bir de onlara üzüleyim!Her "Artık yeter!" dediğim zamanın ardından,saniyesinde umut tomurcukları da filizlendi benliğimde.Ne kadar reddetsem de kalbim hep istedi...
Halbuki daha dün bir işaret istemiştim Tanrı'dan.Bu umut yangınına yeni bir gün eklemek ya da bu yangını söndürmek adına.İşaret ilk seçeneği destekler gibiydi veya bilinç altım bana oyun oynadı bilemiyorum.Şu an tek bildiğim şey boşlukta olduğum...Onunlayken de olmuyordu onsuz da olmuyor.Zaten ne zaman benim oldu ki?
Bu gece uyku yok bana anlaşıldı.Aslında uyuyup biraz uzaklaşmak isterdim gerçeklerden ama yatağın içinde bir sağa bir sola dönmekten sıkıldım.Kendime eziyet etmekten de hoşlanıyorum resmen.Kulağımda kulaklık radyoyu açmış yaramı kanatmak için uğraşıyorum ya da gerçek bu eğlenesim yok, her şarkı bana hüzün veriyor...
"İnanmak iste ya da isteme kedinin oynadığı zavallı bir fareydi senin rolün" diyor bana içimdeki bayan doğrucu.Ah sevgi dolu minik fare her seferinde duvara toslamaktan bir türlü vazgeçmeyeceksin değil mi?

Karşı Pencere

Bir gün dershaneden eve dönerken karşılaşmıştım onunla.Tramvayda elindeki bastonuyla iğreti duruyordu kalabalık arasında.Etrafımdakilere sırayla bakıyordum.Sanki o gözüme tanıdık geldi.Herhalde önceden gördüm diye düşündüm.Durağa yaklaşınca farkettim ki bu yaşlı adamla aynı yerde ineceğiz.Kapı açıldı ve ağır aksak adımlarıyla yürümeye başladı.Yürüşündeki aksama geçirdiği felcin iziydi.İçim el vermedi üst geçidin merdivenlerini yalnız başına çıkmasına.Yardım etmek istediğimi söyledim.Biraz mahcup bir tavırla teklifimi kabul etti.Beraber merdivenleri çıktık,üst geçitten geçtik.Yol ayrımına geldiğimizde ne tarafa gideceğini sordum.İsterse evine kadar bırakabilirdim...Şansa aynı yöne gidiyormuşuz da razı oldu.Yine yardımımla yavaş yavaş yürümeye devam ettik.Yokuşu çıkarken yolumuzun üstündeki tatlıcıda durduk.Herhalde dinlenmek istiyor diye düşündüm.Oturduk ve bana beklemediğim bir jest yaptı.Dondurmalı keşkül ısmarladı!Şaşırdım tabi sevindim de.Keşkülümü yerken bir yandan da sohbet ettik.Nerede okuyorum,kaça gidiyorum;o nerden geliyor bunları konuştuk.On beş dakikalık moladan sonra yolumuza devam ettik.Teşekkür ettim ve farkkettik ki aynı caddede oturuyoruz.Hatta kaç yıllık komşuyuz; dedemi ,anneannemi tanıyor.Derken kapının önüne geldik.Beni evine buyur etti.Hatta zili çalıp biz merdivenlerden yukarı çıkarken de karısına, "Bak sana çok cici bir hanım kız getiriyorum" dedi.Karısı, yılların yorgunluğuyla bükülmüş beline rağmen yüzündeki gülümsemeyi yitirmemiş olan pamuk saçlı bir teyzeydi.Beni güler yüzle karşıladı.Oturduk, muhabbet ettik.Şirin teyzem bana her yaşlının elinde kalan en değerli varlıkları olan çocuklarını,torunlarını anlattı.Resimlerini gösterdi bir bir.Kimisi uzakta kimisi yakında oturuyordu.Belki de gelmiyorlardı kim bilir...İzin isteyerek o güzel evlerinden ayrıldım.Caddenin karşısına geçip dedemlerin evine geldim.Hemen o amcayı,beraber gelişimizi,o tatlı armağanı ve evlerinde geçen muhabbetimizi anlattım.Parmağımla dairelerini gösterdim camdan.Dedem onları tanıdıklarını, adamın fotoğrafçı olduğunu söyledi.
Bundan sonraki bayram onlara ziyarete gittim.Beni yine içtenlikle misafir ettiler.Evlerinde yardımcı bir bayan vardı.Teyze zaten dışarıya çıkamıyordu.Bu kısa süren bayram ziyaretinden sonra bir daha uğrayamadım.Zaman geçti.Okul, sınav derken anca yolda amcaya rastlarsam yolda ayaküstü sohbet eder olduk.Üniversiteye başlayınca da iyice görüşemez olduk.Anca pencereden görüyordum onları.Her zamanki gibi mutevazı hayatlarına devam ediyorlardı.Amca pencerenin önünde ufak masada yemek yiyor;sabah gazetesini okuyordu.Arada oğulları geliyordu.Bazen teyzeyi hastahaneye götürmek için çıkartıyorlardı.Geçen gün annem fotoğrafçı amcayı gördüğünü ve karısının 15 gün evvel vefat ettiğini söyledi.Üzüldüm...Annem amcanın da çok üzgün olduğunu vurguladı.Kolay mı 58 yıl aynı yastığa baş koymak...Bir an pişmanlık duydum.Keşke arada yine yoklasaydım onları, iki muhabbet etseydik.Yaz olunca dedemler yazlığa gittiğinden bn de camdaki seyrime ara vermiş; annemlere geçmiştim.O evde olsam farkederdim, önceden öğrenirdim.Neyse...Allah fotoğrafçı amcama sabır versin.Ruhun şad olsun tatlı teyzecim...

Gecenin 3ü

Gecenin 3ünde camdan bakıyorum.Soğuk hava vuruyor göğsüme...Durmuş,gecenin sesini dinliyorum.Çığlık çığlığa martılar...Bulutlar koşuyor gökte ardı sıra.Ara sıra arabalar geçiyor caddeden.Su damlaları düşüyor belli belirsiz borulardan.Işıkları sönük bütün evlerin...Gözlerim dalmış ,sokağın boşluğuna bakıyorum.Sen varsın aklımda seni düşünüyorum...Beni ancak gecenin üçünde bu manzara mutlu ediyor bir de senin hayalin...Martılar geceyle kavga ediyor.Tüm mahalle sakin arabalar ,evler uyuyor.Ben sana teslim...

Başlıksız-18.04.2010

Uzun bir aradan sonra yazma isteğim geldi.Hem de farklı bir zamanda farklı bir mekanda.Olsun, insan hep aynı masada aynı kalemi eline alıp yazmaz ya.Aslında bu yadırgadığım yer benim asıl evim ama bir türlü sahiplenemedim şu evi.Nedense ananemlerde yaşamak onların evinde kalmak istedim hep.Gerçi nedeni belli küçüklükten beri onlar baktı bana huzuru orda buldum...Ah ah pazar günleri o işlek caddeye pencereden bakmak.Önceden böyle demezdim yaşlandım mı ne?O evin eskiliği,yaşanmışlığı da belki beni çekiyor.Birkaç yıl öncesine kadar burayı sahiplenmiştim noldu sonra bilmiyorum.Zaten şu birkaç aydır ruhum da bir göçebe oldu.Sığmıyor yere göğe.Hep bir kaçma arzusu nedendir bilinmez.Kendimle barışamadım bir türlü.Dışarıdan bakanlar hiç öyle düşünmese de ben böyle hissediyorum.Hiçbir sorun yokken bile bir isteksizlik,huzursuzluk...Bu şehir insanı memnuniyetsiz yapıyor.Bize farklı bir dünyadan bakan hayvanlara göre ne tuhaf yaratıklarızdır.Durmadan söylenen gürültücü tipler...Bazen bir kedi gibi fütursuz olmak istiyorum ne gelecek kaygısı ne ekmek kavgası.Sadece oluk oluk akan yaşamı hissetmek.Akıntının içinde duran kayalar gibi sabit,dimdik istediğini yapabilmek.Olmuyor sanki o kadar çok engellenmişiz ki bu hayatta o kadar çok sansür yemiş ki gönlümüz artık kimse birşey demeyecekse bile aklımız kilit vuruyor düşüncelerimize.Özgür olamıyoruz bir türlü.Rahat rahat yaşayamıyoruz hayatı.Oysa ki her ruha dokunup hal hatır sormak isterim.Derdi,sıkıntısı olanı dinlemek,yoldaş olmak ama olmuyor insanlar kapalı,insanlar yalnız,insanlar soğuk...Nerde kalmış tanımadığın bir insana candan bir gülümseme sunmak.Hemen yanlış anlaşılma korkusu hücum ediyor insana."Burası İstanbul binbir çeşit insan var."Ne önemi var ki bunun en büyük ortak noktamız var ya;İNSAN OLMAK.

Acının Labirentleri

Neden severiz ki bir insanı?Bize güven verdiği için mi.Onu görünce kalp atışlarımız hızlandığı için mi.Yoksa yakışıklı olduğu ya da güzel olduğu için mi.Hepsinden biraz olabilir.İnsanları kimi zaman tanımadan sevdim, kanım kaynadı resmen.Bazen de tanıdıkça sevdim huyları, meziyetleri hoşuma gitti.Kadın erkek genç yaşlı eğer bir insan arkadaşım daha ilerisinde dostum diyorsam benim için olay bitmiştir.Artık o benim bir parçam olmuştur kendimmiş gibi sakınır severim.Ama karşımızdaki ne derecede sever bizi bilemeyiz öyle ya herkes canım dediğine canıymış gibi davranmaz çünkü.Belki de aşırıdır benimkisi ama bu böyle huyum kurusun değiştiremiyorum.Her duyguyu içimde coşkun bir deniz gibi yaşıyorum.Seversem gözüm bir şey görmüyor sinirlendiğimde taş taş üstünde bırakmıyorum sevincimde tüm dünya da benle beraber mutlu oluyor.
Bugün çok üzüldüm; üzülmek az kalır hatta acıdan kıvrandım diyebiliriz çünkü bir parçam bana ihanet etmişti,beni aldatmıştı.İnsanlar çoğu zaman aciz kalır bu hayat oyununda.Planlar kurarsınız her şeyi hazırlarsınız tam oldu diyecekken bir de bakarsınız ki her şey mahvolmuş.Bin bir emekle ördüğünüz o kale yerle bir olmuş bir rüzgarla şaşarsınız nasıl olduğuna ve o çaresizlik anında hiç bir şey yapamazsınız.Kızarsınız ama kime?Rüzgara kızmak ne fayda getirir ki…sonra kendinize dönersiniz iğnesini kendine batıran akrep gibi.Başka çareniz yoktur kapana kısılmışsınızdır.Ancak kendimizi yıpratırız çünkü bir şekilde içimizde birikenleri boşaltmamız gerekir.Bu boşalma anlarını çok yaşadım ağlamaktan gözlerim hastalandı,deli gibi bağırmaktan sesim kısıldı.Gidip o hain rüzgara hesap sormak da dindirmedi öfkemi.En sonunda anladım eğer akıntıya kapılmışsak çırpınmak boşuna.Sadece rüzgarı affedersek diner içimizdeki acı.Fırtına geçer ve artık daha dikkatli daha özenli yaşarız hayatı.
MODA MISIN UZAK DUR BENDEN!

Bana modayı satmaya çalışmayın kardeşim!Aaa ne bu böyle nereye gitsem bir şey almaya kalksam:”Bakın bu modelden çok sattık ,bu sene çok moda!” safsataları.Banane kardeşim yemem ben bunları!Pardon giymem.Ya ne zaman görülmüş bizim modayla kafakafaya vermiş İstinye Park’ta görülmüşlüğümüzJHayır bir şey değil duyan da sanacak hep modayı takip ediyorum,ikoncan olma yolundayım zaten o da ayrı bir hikaye.Birileri ben modaya uymayacağım herkesten farklı olacağım diyor hoop onun yaptıkları moda oluyor.İroniye bak noldu bu sefer millet senin peşinden geliyor.Şaka gibi.Bknz.Eda Taşpınar örneği.Ya geçen gün çizme mi alsam acaba dedim gerekçem de botlar sıcak tutmuyor, ayaklarım donuyor yollarda.Bi heves geldi daldık mağazalara.Sen misin dalan ayy o nasıl modeller öyle püskül püskül şeyler;çizmenin şekli eciş bücüş.Bi de adam emin bu modelden alacaksın di mi beğendin herkes ondan alıyor diyor.Kardeşim benim tipim koyuna mı benziyor hemen sürü psikolojisine gireyim.Aksine ben de ters tepki uyandırdı,çıktım gittim.Böyle çizmeninde satıcınında neyse…Valla ben rahatıma düşkünüm kardeşim.Renk uyumu fln okey ama yok efendim bu sene moda bacak boyu kadar çizmeler yok abidik gubidik ,insan üstüne geçirdiğinde estetik denen olguyu yerle bir eden zımbırtılar istemem ben.Benden uzak olsunlar .Ne o öyle kocaman kocaman kemerler,takılar falan.Ufak bir şey takarsan görünmüyor aa olmadı şimdi mi diyorlar.Tamam göze hitap edeceksin dedik insanların gözüne gözüne sok taktıklarını demedik.Bana bayağ ilginç geliyo valla giyenleri,takanları,modaya uyma uğruna ne hallere düşmüş insanları gördükçe yerlere yatasım geliyor.Bu insanları gördükçe felsefe yapıyorum moda üstüne.Moda ne zaman ne amaçla ortaya çıkmıştır yaratılan akımların altında yatan sosyolojik olaylar derken çoğu zaman adam akıllı bir sonuca varamıyorum.Diceksiniz ki her zaman mı moda kötü ;hiç hoş,kullanışlı tasarımlar yok mu?Var ama devede kulak kadar olduklarından onları göz ardı ediyorum.Sonuç olarak ben yazın çok terlemeyeyim kışın da üşümeyeyim yeter.Kendimi birşeylerin içinde hapsolmuş hissetmeyeyim modacılar canımı yiyin.Not:Böyle dedik diye de rüküş giyiniyorum sanmayın hıh bence çok da şık giyiniyorum.Kendime 10 üzerinden 10 veriyorum sadeliğin zerafetini yaşıyorum…

....

Artık içimdeki çanın sesi duyulmamaya başladı.Duyarlılık çanı...Etrafımda olan ve beni ilgilenditren her şey öyle uzaktan geliyor ki kulağıma,hissetmiyorum bile.Kim,ne,ne zaman,neden?En çok da neden sorusuyla kavga etmişimdir.Çanın zilini titreten meşhur neden.Sinirlerimi alt üst eden neden.Asiliğin baş gösterdiği anarşist soru!Kendi içimde bir baş kaldırışın simgesi.Patlayan bir denizi kıyıya vuran dalgalarla anlarsak;içimdeki isyanın neticesi de gösterdiğim öfke ve çaresizliktir.Kaç defa daha sorsam da aynı soruyu,hiçbir şey değişmeyecek.Çaresizliğin verdiği kahredici acıyla uyuştum.Kalakaldım akıp giden zamanın ortasında.Etrafımdan hızla kayan her ne varsa söylenen sözler,siluetler onları boş gözlerle uğurluyorum sonsuzluğa.Elimden gelen tek şey bu trajikomik merasim.Bunu da kendi içimde düzenliyorum.Ağzımdan sadece "bana ne!" sözü çıkıyor...

Şu Hasret Dedikleri

Şu hasret dedikleri ne zor şeymiş.Ekmek kokusu gibi tüttü burnumun ucunda.Asırlarla çarpıldı her gün.Bir de üstüne belirsizlik örtüsü düşünce takılı kaldı hayatın yelkovanına.Şimdi mutluyum.Dingin bir sevinç akıyor yüreğimden içeri.Annesinden süt içen bir bebek gibi huzurluyum.Korkular şimdi belli belirsiz.Yaşamak gailesi ezelden beri yoldaşım bir o kadar da ölümün eli ensemde.Yolumuz uzun görünüyor...Kim bilir belki de hayat oyununu kestirme yollardan bitiricez.Önemli değil asıl önemli olan ölümü de yaşayıp artık herşeye bir kum tanesiymiş gibi bakabilmek.İçimizdeki felaket tellalını susturup bu kumar masasından istediklerimizi alarak kalkmak...
© Copyright Reserved Deli Kızın Anı Defteri | Design by: Yoshz | Converted into Blogger Templates by Theme Craft